14 Mayıs 2019 Salı

Ülkü, kurtuluş savaşında babasını kaybetmiş, Selim’in babası ise savaş sonunda Osmanlı padişahlarıyla beraber ülke dışına çıkmak zorunda kalmış. İki ayrı uç. Biri Mustafa Kemal aşığı, öbürü Osmanlı saltanatının yıkımından sorumlu tuttuğu bu adamın en azılı düşmanı… Aşkın da sebep olduğu bir güçle, önyargılar kırılıyor, katılıklar yumuşuyor, iki taraf birbirini anlamaya başlıyor.
Tarihi bilgiler ve belgelerle, akıcı bir kurguyu buluşturmuş Azra Kohen… Bir solukta okunuyor.

"Sadece bir zerre olduğunu unutmadan, hayatla savaşmayı bırak ve yaşama sahip çık."
Ve asla unutma, biz zaferden değil, seferden sorumluyuz. 

Tükenme oğlum. Sahte olan her şeyden uzak dur, özellikle de insansılardan. Seni birilerine dönüştürmelerine izin verme! Kendini seç

Geldiği yeri bilmeyen, gitmesi gereken yeri de bilemez ve bilinmezlik içinde kaybolmuş biri, insan olamaz. 

Bilmeyenlerin arasında bilen olmak en büyük lanetti.

Teknolojiyi geliştirenler, insanlığın nasıl şekilleneceğine karar verir.

Çünkü merakları ortak olan varlıklar bir gün birbirlerini mutlaka bulurlar.

Birini görmek, adını bilmek, selamını almak değildi ki tanışmak. Birbirimize bulaştırdığımız düşünceler, fikirler, duygular olmadan nasıl tanışıklık olsundu...
Gerçek tanışma fikrin hissini karşıdakine bulaştırmak değil miydi?

4 Şubat 2019 Pazartesi

İçimizdeki şeytan



Oturmuş insanlığın vicdan muhasebesini yapmış Sabahattin Ali… İnsanın suçu üzerinden atmak için bulduğu bahanelerden, hep suçlayacak birilerini bulmasından dem vurmuş. Zaten hayranım Sabahattin Ali’nin insan tahlillerine…  Bedri’nin aşk ve suçluluk arasında gidip gelmesi, Ömer’in en çok arzuladığına kavuştuktan sonra, kaçıp gitmeye meyletmesi, ah o Macide’nin cesareti ve kocasına yazdığı mektup… O mektupta nasıl ince ince işlemiş duyguları yazar… Üstelik Macidenin dilinden, yüreğinden… Bir kadının baktığı pencereden…
Ne varsa eskilerde mi var ne…
İşte kitabın sonlarına doğru her şeyi özetleyen bölüm:
İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var… Hiçbir şey üzerinde düşünmeye, kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.
Ve çizdiğim diğer yerler: 
"Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır. bunu yapamazsak, büsbütün çılgına döneri..."
"Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız."
"Hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi."
"Günler orağın biçtiği saplar gibi üst üste yığılıp kalıyorlardı."
 "İnsanların en zayıf tarafları, sormadan araştırmadan düşünmeden kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır."
"Zannediyorlar ki, bir erkeğe karşı hiddet, hatta nefret duymaya başlayan bir kadın, hemen başka erkekler bulup boyunlarına sarılmak ister. Acaba bütün erkekler bizi bu kadar aptal mı zannederler?"




28 Ocak 2019 Pazartesi

Göçüp gidenler koleksiyoncusu

Bu kitabı dayımı yitirdikten kısa süre okuduğumdan mıdır nedir, etkisi katlandı. Öykü sevmem genelde, kısa gelir öyküler, kaptırıp gidemiyorum diye… Ama Göçüp Gidenler Koleksiyoncusu bu fikrimi yıktı. Böyle nasıl anlatsam, az az mezeler yersin ama öyle lezzetlidir de damağına ödül gibi gelir. Öyküleri tam da öyle…
Yaşam ve ölümle ilgili nefis öyküler (biraz da yazarının yaşantısını takip ettiğimden ruhuma işledi. Şu cümlenin altını çizmişim “Sevgi, sevdiğin ölünce azalmıyordu.”
Şunun da :”… ölmeyeyim diyor, ölürsem başka bir kızı kaçırır sonra. İnsan iyiyse hep iyi kalıyor. Kendi yerine gelebilecek kızlara kıyamıyor Fehime.”
“Her şey insana yazılıyor diye düşündü ama bazen ulaşmıyor. Bilmediğimiz nedenlerle dolaşıp duruyor hayatın içinde. Bazen yanından geçiyor insan yazgısının, bazen elinden tutuyor ama bunun kaderi olduğunu anlamıyor. Sonra bir gün hiç hesapta yokken, hiç beklemezken, başka alemlerdeki seyrini tamamlıyor senin olan şey, çıkıp geliyor ve seni buluyor…. Ömer’in saati gibi”
Tadı damağımda kaldı, ellerine sağlık Sermin Yaşar’ın…


10 Ekim 2017 Salı

Kuyucaklı Yusuf

Yusuf’un hikayesi hayli dramatik. Acıklı bir olayla başlıyor, evlat edinildiği evde aşkı ve ardından başka bir dramı buluyor.
Okurken, şunu düşündüm konu itibariyle tam dizi senaryosu. Hayret nasıl kaçırmış yapımcılar bu hikayeyi. Ama bu senaryonun etrafında o nasıl güzel karakter betimlemeleri, o nasıl güzel canlandırma…

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...